Zihni Hadım Etmek Üzerine
“Kadını suçlayan bakış, aslında kendi karanlığını kadının üstüne örtmeye çalışır. Ve kadının giydiği değil, erkeğin düşündüğü kirletir dünyayı.”
Zihni Hadım Etmek Üzerine
Zihni hadım etmek, bedenin değil, düşüncenin arınmasıdır. Duyguların taşkınlaştığı, arzuların aklı esir aldığı bir çağda, insanın kendini dizginlemesi, en yüksek erdemdir. Marcus Aurelius’un dediği gibi: “İnsanın ruhu, düşüncelerinin rengini alır.” Zihin bulanıksa, göz de yanılır, dil de sürçer, el de sapar.
Toplum, her geçen gün kendi yozlaşmasının gölgesinde biçim değiştiriyor. Kadın bedeni bu yozlaşmanın sahnesine dönüştürülmüş, ya teşhirin aracı, ya tahakkümün nesnesi hâline gelmiş durumda. Bir yanda giyimiyle varlığını haykıran kadınlar; diğer yanda onu bu tercihi nedeniyle ya metalaştıran ya da yargılayan, çoğu zaman da saldırganlaşan erkekler… Ama bu çatışma, asıl düşmanın gözden kaçmasına neden oluyor: Zihinsel sefalet.
Kadının ne giyeceğine karışmak, kendi arzusunun esiri olan bir zihnin, dışa yansıyan zayıflığıdır. Erkeğin, kadının bedenini değil, kendi zihnini terbiye etmesi gerekir. Çünkü sapkınlık, bedende değil, kafadadır. Kadının örtünmesiyle kapanmaz; erkeğin zihni açılmadıkça, her yer karanlık kalır. Stoacılar bize arzuların kölesi olmamayı öğretir. Arzu, doğanın bir parçası olabilir; fakat kontrolsüz arzu, doğayı tahrip eden bir yangındır.
Kadının istediğini giydiği bir dünyada, erkeğin sınavı başlar. O sınavın adı sabırdır, ölçüdür, saygıdır. Kadına bakan göz değil, ona yaklaşan niyet sorgulanmalıdır. Kadını suçlayarak zihni arındıramazsın. Aksine, bu suçlama, kendi zihinsel çıplaklığının itirafıdır.
Örtü zihinde başlar. Gözünü değil, zihnini örtmeyen insan; bakmasa bile kirletir, dokunmasa bile zarar verir. Giyinen kadını eleştiren bir erkek, kendi çıplak zihnine ayna tutmalıdır. Çünkü asıl hadım edilmesi gereken, beden değil, ölçüsüzleşmiş bir zihindir.
Stoacı bir bilgelikle bakarsak, dış dünya bizim kontrolümüzde değildir. Kadının giyimi de, başkasının tercihi de bizim sorumluluğumuzda değildir. Ama kendi tepkimiz, kendi bakışımız, kendi düşüncemiz tamamen bize aittir. Dış koşulları suçlayarak kendi iç sefaletimizi aklayamayız.
Zihni hadım etmek; her dürtüyü bastırmak değil, her dürtüyü anlamak ve yönetmektir. Kadının varoluşunu tehdit eden değil, onu özgürce kabul eden bir anlayışla yaklaşmalıyız. Çünkü hakikat, ne tenin altında ne giysinin içinde gizlidir. Hakikat, zihnin aydınlığındadır. Ve o ışığı bulamayan, gölgeye küfretmeye devam eder.
Zihni hadım etmek, en büyük özgürlüktür. Çünkü insanı esir eden ne bedenidir, ne de dış koşullar, onu köleleştiren, dizginlenmemiş düşünceleridir. Bugün toplum, hem kadını hem erkeği birbirine düşman eden sığ bir bakış açısının kurbanıdır. Kadının giydiği etek, erkeğin azgın arzularını kamçıladığı bahanesiyle suç haline getirilirken erkeğin içindeki kontrolsüzlüğe, saldırganlığa neredeyse meşruiyet kazandırılmakta. Oysa suç, ne eteğin boyundadır ne de omuzdaki açıklıktadır. Suç, zihnin karanlığındadır.
Toplumsal düzenin çürümüşlüğü, kadının giyimi üzerinden tartışmaya açıldığında, bu çürümenin asıl kökü göz ardı edilir. Zihinsel tembellik ve ahlaki zayıflık. Kadının ne giyeceğine karışmak, onun iradesine değil, kendi iradesizliğine başkaldırmaktır. Kadının giyimi üzerinden kendi arzularını ve bastıramadığı dürtülerini meşrulaştırmaya çalışan erkek, aslında kendi zihin dünyasında kaybolmuştur. Bu bir bakış değil, bir batıştır.
Bir kadın ne kadar açık giyinirse giyinsin, bir erkeğin saldırganlaşmasını meşrulaştırmaz. Çünkü bir erkeğin olgunluğu, karşılaştığı uyarıcıları bastırmakla değil, onlara hükmedebilmesiyle ölçülür. Marcus Aurelius der ki: “Kendi üzerinde hâkimiyet kuramayan, hiçbir şey üzerinde hâkimiyet kuramaz.” Asıl sınav, arzunun karşısında aklı yitirmemekte yatar.
Kadını örtünmeye zorlayan bir toplum, aslında erkeğin kontrolsüzlüğünü örtmeye çalışmaktadır. Erdemli bir toplumun inşası, kadın bedenini gizlemekle değil, erkek zihnini arındırmakla başlar. Kadının kıyafetini değil, bakışımızı eğitmeliyiz. Çünkü bakış, zihnin aynasıdır. Kirli bir zihnin bakışı, isterse gözlerini kapasın, yine de zehirlidir.
Kadın kendi tercihini yaşar. Açık da giyinebilir, kapalı da. Onun bedeninde karar sahibi yalnızca kendisidir. Erkek bu tercihle karşılaştığında ona düşen şey yargılamak değil, saygı göstermektir. Çünkü saygı, sadece sevdiğine değil, tanımadığın birine bile gösterebildiğinde değerlidir. Kadının giyimi üzerinden ahlak kurmaya çalışanlar, ahlakı kumaşta değil, zihinde aramalıdır.
Stoacı felsefe bize gösterir ki, dış koşullara öfke duymak, iç dengeyi yitirmiş bir ruhun feryadıdır. Erdem, dış dünyayı kontrol etmekte değil, iç dünyayı dizginlemektedir. Kadının giyimi değişebilir, moda değişebilir, çağ değişebilir. Ama zihni sabit, ilkesi sağlam, kendine hakim bir insan değişmez.
Zihni hadım etmek, arzulara düşman olmak değil, onları terbiye etmektir. Bastırmak değil, yönetmektir. Kadını kontrol etmeye çalışan erkek, kendi içinde kaybolmuş çocuktur. Oysa gerçek olgunluk, başkasının varlığıyla kavga etmeyen bir bilinç hâlidir. Çünkü başka bedenlere tahammül edemeyen zihin, aslında kendi varlığına bile tahammülsüzdür.
Kusursuz bir toplum, bireyin yalnızca davranışlarının değil, zihninin de arındığı yerdir. Sapkınlık, sadece eylemde değil, düşüncede başlar. Kadının giyimi üzerinden toplumu dizayn etmeye çalışan anlayış, kendi zihnindeki kirliliği başkalarının bedenine yüklemeye çalışan çarpık bir bakıştır. Oysa gerçek dönüşüm, kadını örtmekle değil, zihni örtmekle mümkündür. Kusursuz toplum; arzuların inkâr edilmediği, ama onların erdemle terbiye edildiği bir bilinç hâline dayanır. Böyle bir toplumda birey, başkasının özgürlüğüne saldırmak yerine, kendi arzularına hükmetmeyi öğrenir.
Yorumlar
Yorum Gönder