Ahmaklık üzerine düşünceler.

Ahmakları kandırmak kolaydır; onlar çoğunlukla bir oyundaki bot karakter gibidir: kendi düşünsel işlevlerine sahip olmayan, kolayca yönlendirilebilen insanlardır.

Nereye çekersen oraya gelmez; yalnızca içine kodlananlar dahilinde hareket eder. Başka bir bilgiye temas etmez, çünkü o bilgiyle çarpışacak bir içsel sistemleri yoktur. Düşünceyi işleyemezler, yalnızca emirlere tepki verirler. Bu yüzden çoğu, hakikatle karşılaştığında onu tehdit sayar.

Ahmaklık, sadece cehalet değil; cehaletin üzerine bir gurur inşa etme hâlidir. Bildiği üç kelimeyle dünyayı çözmüş sanır, dördüncüsünü duymaya tahammül edemez.

Çünkü dördüncü kelime, onun zekâsızca inşa ettiği küçük kuleyi yıkabilir. Ve o kule, onun bütün varoluşudur.

Ahmağı değiştirmek, bir duvara nasihat etmeye benzer; o duvar seni yalnızca yorar. Çünkü ahmak, hakikati değil; rahatını arar.

Onun için önemli olan doğru değil, konforudur. Zihinsel konforu bozulmasın diye her gerçeği inkâr edebilir, her yalanı iman gibi savunabilir.

Ve en kötüsü: ahmak, çoğu zaman yalnız da değildir. Onun gibilerle kümelenir, çoğalır, bağırır, korkutur. Kalabalık oldukları için haklı olduklarını sanırlar.

Ama kalabalığın çokluğu, gerçeğin güvencesi değil; yalnızca cehaletin yankısıdır.

Ahmaklık, sadece zihinsel bir eksiklik değil, aynı zamanda bir varoluş tercihi; bilinçli bir bilinçsizlik hâlidir.

O, hakikatin sancısını taşıyamayacak kadar zayıf, yalanın konforunda uyuyacak kadar gevşektir. Kendi içkin gerçekliğine temas edemeyen insan, başkasının sloganlarına tutunur. Bu yüzden bir fikri değil, bir aidiyeti savunur; düşünmeyi değil, bağlanmayı tercih eder.

Bu tür insanlara kendi varoluş sorularını yöneltsen, susarlar — çünkü onların zihni soru değil, ezber kabul eder.

Özgür iradeden bahsetsen, bu kez sinirlenirler — çünkü onlar determinizmin köleleridir, yalnızca önceden yazılmış komutları tekrar ederler. “Ben böyle öğrendim” der, sorgulamayı küfür sayar. Sanki öğrenilmiş olan her şey, hakikatin garantisidir.

İşte bu yüzden; ahmaklığın esas meselesi bilgi değil, niyettir. Onlar bilmemeyi değil, bilmek istememeyi seçmişlerdir.

Bu bir epistemolojik körlük hâlidir — bilgiye bakar ama görmez, çünkü görmek istemez. Çünkü görmek, sorumluluk doğurur. Ve ahmak, sorumluluktan kaçar.

Bilinç, sorumlulukla yüklenince insanı insan yapar.

Ama ahmak, bu yükü reddeder. İradesi bastırılmış, arzuları yönlendirilmiş, zihni kodlanmış bir simülakr gibi yaşar.

Baudrillard’ın dediği gibi, artık gerçeğin yerine görüntüyü koymuştur.

Hakikati değil, onun sahte bir temsiline tapar.

Ve en trajik olan şudur:

Ahmak çoğu zaman akıllıyı deli sanır.

Çünkü hakikatle kurduğu ilişki tersyüz edilmiştir.

Platon’un Mağara Alegorisi’nde zincirlerinden kurtulup dışarı çıkan adam geri döndüğünde, mağaradakiler onun gözlerinin kör olduğunu sanmıştı.

Bugün de aynı hikâye sürüyor.

Mağaralar büyüdü, zincirler görünmez oldu ama ahmaklık aynı kaldı.

Gölgeleri gerçek sananlar çoğaldı.

Zincirlerini özgürlük diye pazarlayanlar ekranları kutsal kitap gibi okur oldu.

Ahmaklığın bir tehlikesi de, sadece bireysel bir hastalık değil, kolektif bir salgın hâline gelebilmesidir.

Çünkü düşünmeyenler, düşünmeyenleri sever.

Çünkü yalan, sorgusuz kafalarda daha kolay yankı bulur.

Ve sonunda toplumsal epistemoloji, hakikatin değil, algının şekillendirdiği bir tiyatroya dönüşür.

Ahmaklık, bir zihin yoksulluğu değil sadece; aynı zamanda ahlaki bir iflas hâlidir.

Çünkü düşünen insan, yalnızca bilen değil; aynı zamanda sorumluluk alan insandır.

Ve ahmak, sorumluluktan kaçtığı oranda insanlıktan da uzaklaşır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Schopenhauer'in Sarkaç Düşüncesine Basit Bir Bakış: Bu Sallantıdan Kurtulmak Mümkün mü?

Ben, Sen, Biz ve O, Üzerine Düşünceler

Zihni Hadım Etmek Üzerine