Dünün Mağduriyeti Bugünün Tiranlığı
Bu ülkede tarih boyunca baskıya uğrayan, hor görülen, ötekileştirilen kesimler, mağduriyetin derin acısını içlerinde taşıyarak zamanla güç ve söz hakkı talep etti. Haklıydılar. Seslerini duyurmak, kimliklerini görünür kılmak, ezilmekten kurtulmak istiyorlardı. Fakat ne yazık ki çoğu zaman bu talepler, tarihin kanlı ironisine yenik düştü: Mağduriyet bir haklılık zemini olmaktan çıkıp, yeni bir tahakküm biçiminin gerekçesine dönüştü.
Baskılanan birey ya da topluluk, güce ulaştığında kendisini ezen sistemi taklit etmeye başladı. Bu, sadece bu ülkeye özgü değil, insanlığın ortak zaafıdır: Güç el değiştirir, ama onunla birlikte çoğu zaman vicdan yer değiştir(e)mez. Dünün susturulanı bugünün susturanı olur. Dünün görünmezi bugünün her şeyi olmak ister. Ve böylece mağduriyetin ahlaki üstünlüğü, zamanla rövanş hissine, rövanş ise aşırılığa dönüşür.
Buradaki temel kırılma, hak arayışının hakikat arayışına dönüşememesidir. Çünkü hakikat, sadece kendi acını değil, başkasının da acısını görebilme cesareti ister. Fakat çoğu zaman bu cesaret gösterilmez; çünkü acının bıraktığı iz, adalet duygusunu bile gölgeleyebilir.
Aşırılığa savrulan her mağduriyet, kendi içindeki potansiyel tiranlığı serbest bırakır. Bu tiranlık, ilkin sessizce başlar. Kendi sesine duyduğu hayranlıkla, önce farklı sesleri kısmaya çalışır. Ardından, kendisi gibi düşünmeyeni düşmanlaştırır. Sonunda ise kendi hakikatinden başka her şeyi yok sayar.
Oysa gerçek adalet, mağduriyetin gölgesinde değil, insanlığın ortak vicdanında yeşerir. Bu yüzden asıl mesele, kimin baskı gördüğü değil, baskının her türlüsüne karşı ne kadar ilkeli bir duruş sergileyebildiğimizdir.
Haklı olmak yetmez. Haklı kalabilmek gerekir. Ve bu, en zor olanıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder