Schopenhauer'in Sarkaç Düşüncesine Basit Bir Bakış: Bu Sallantıdan Kurtulmak Mümkün mü? Schopenhauer'e göre insan hayatı, bir sarkaç gibi "acı" ve "can sıkıntısı" arasında gidip gelir. Bir şeyi çok arzularız, elde edene kadar acı çekeriz. Elde edince de yeni bir arzu bulamazsak canımız sıkılır. Bu döngüden kaçış yok gibi görünse de, bu fikri sadece kötü bir kader olarak görmeyip, bir uyarı ve farkındalık çağrısı olarak da düşünebiliriz. Bu yazıda, Schopenhauer'in bu düşüncesini sadece anlamakla kalmayıp, onu eleştirel bir şekilde inceleyeceğiz ve bu karamsar bakış açısının ötesine geçmenin yollarını arayacağız. Schopenhauer, hayatı sürekli bir arzu ve tatminsizlik hali, acı ile can sıkıntısı arasında gidip gelen bir sarkaç gibi anlatır. Ama bu gerçekten de insanların kaçamayacağı bir "KADER" mi? Yoksa bu kaderi sadece fark etmek değil, değiştirmek de mümkün mü? Kendini yönetemeyen, başkasının yönetimini "KADER" sanır. Antipater of Tar...
Ben, Sen, Biz ve O İnsan kendini ayrı bir varlık olarak algılar. Bedeninin sınırları, isminin verdiği kimlik, dilinin şekillendirdiği düşünceler ona birey olduğunu hissettirir. Ancak bu bireylik bir yanılsamadır, daha doğru bir ifadeyle, sınırlı bir algının ürünüdür. Çünkü gerçekte "ben", sadece bana ait olan bir varlık değilim. İçinde bulunduğum bütün, beni ben yapan her şeyden daha derin bir hakikati taşır: Hepimiz aynıyız. Bu "aynılık" fiziki benzerlik değil ontolojik bir birliktir. İnsanlar, farklı görünseler de, aynı bilincin farklı yüzleridir. Her birey, bir bütünün parçası değil bizzat bütünün ta kendisidir. Bu nedenle, "sen" dediğim kişiyle aramdaki fark yalnızca yüzeyde kalır. Derine indikçe, onun ben olduğunu, benim de onun olduğunu fark ederim. Ayrı gibi görünen bilinçler, aslında tek bir varlıkta birleşir. Bu varlık, Tanrı olarak adlandırılabilir. Ancak burada Tanrı, aşkın ve ulaşılmaz bir otorite değil, içkin ve yaşayan bir gerçektir. O, her ...
“Kadını suçlayan bakış, aslında kendi karanlığını kadının üstüne örtmeye çalışır. Ve kadının giydiği değil, erkeğin düşündüğü kirletir dünyayı.” Zihni Hadım Etmek Üzerine Zihni hadım etmek, bedenin değil, düşüncenin arınmasıdır. Duyguların taşkınlaştığı, arzuların aklı esir aldığı bir çağda, insanın kendini dizginlemesi, en yüksek erdemdir. Marcus Aurelius’un dediği gibi: “İnsanın ruhu, düşüncelerinin rengini alır.” Zihin bulanıksa, göz de yanılır, dil de sürçer, el de sapar. Toplum, her geçen gün kendi yozlaşmasının gölgesinde biçim değiştiriyor. Kadın bedeni bu yozlaşmanın sahnesine dönüştürülmüş, ya teşhirin aracı, ya tahakkümün nesnesi hâline gelmiş durumda. Bir yanda giyimiyle varlığını haykıran kadınlar; diğer yanda onu bu tercihi nedeniyle ya metalaştıran ya da yargılayan, çoğu zaman da saldırganlaşan erkekler… Ama bu çatışma, asıl düşmanın gözden kaçmasına neden oluyor: Zihinsel sefalet. Kadının ne giyeceğine karışmak, kendi arzusunun esiri olan bir zihnin, dışa yansıyan z...
Yorumlar
Yorum Gönder