Kayıtlar

Haziran, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Yok Et Tanrım (şiir)

 Ey şanı yüce Tanrım, Bağırmaktan yitirdim asaletimi, Her milletin alnına yazılmış sefaletini gördüm, Yalvarırım sana, yok et — Yok et bütün hanedanları ve krallıkları, İnsan onurunu ayaklar altına alan o saltanat masallarını, Asıl bu haysiyetsizliği, bu sefilleri yok et. Ey Kudret Sahibi, İntikam değil arzum, Ama adaletin suskunluğu vicdanımı kanatıyor. Biliyorum, ateşten bir kılıç değil, Bir çocuğun gözyaşıdır bazen hakikatin sesi. Ama ama... Ne zaman ki zalimlerin tahtı sarsılır, İşte o zaman insan onuru ayağa kalkar. Ne zaman ki güç çöker dizlerinin üstüne, İşte o zaman senin adın gerçek anlamını bulur. Yalvarırım, Sustur sessizliğin zulme dönüşen yankısını. Temizle yeryüzünü ilahlaştırılmış kan emicilerden. Ve ver insanlığa, Ne bir kralın gölgesi ne bir sultanın yaltaklığı,  Sadece hak, Sadece erdem, Ve sadece hürriyetle yıkanmış bir sabah. Dua unutulmuş, beddua yücelmiş, Her soylu söz, hoyrat bir dilde kirletilmiş. Adalet sahte bir tahta oturmuş, Ve en gür ses, en kirli ...

Haz ve Erdem Üzerine Bir Sorgulama

Haz ve Erdem Üzerine Bir Sorgulama Haz, erdemden ayrılabilir mi? Ayrılmamalı mı? Yoksa zaten hiçbir zaman birleşmemiş olan iki yabancı mıydılar? Haz, çoğu zaman bedenin ve arzunun çağrısına kulak vermekle ilgilidir. Erdem ise aklın ve vicdanın çağrısına karşılık vermekle. Biri anlıktır, diğeri süreklilik ister. Biri kendini hemen gösterir, diğeri sessizce derinleşir. Peki bazı hazlar iyi midir? Evet, ama yalnızca erdemin terazisinde tartıldığında. Bir dostla edilen sade bir sohbetin, adaletle alınan bir kararın, cömertçe yapılan bir iyiliğin içinde de haz olabilir. Ama bu haz, bir ödül değil, bir yan etkidir. Amaç değil, sonuçtur. Eğer hazdan tamamen kurtulursak ne olur? Bu mümkün mü? İnsan, arzularla yoğrulmuş bir varlıktır. Ama onlara esir olmak başka, onları eğitmek başka bir şeydir. Hazdan kaçmak değil, onu hizaya sokmaktır mesele. Erdemin hizmetine vermek. Onu kullanmak, onun kölesi olmamak. Erdem insana haz verir mi? Evet. Ama bu haz, şehvetin, oburluğun, ihtirasın hazzı değildir...

Ahmaklık üzerine düşünceler.

Ahmakları kandırmak kolaydır; onlar çoğunlukla bir oyundaki bot karakter gibidir: kendi düşünsel işlevlerine sahip olmayan, kolayca yönlendirilebilen insanlardır. Nereye çekersen oraya gelmez; yalnızca içine kodlananlar dahilinde hareket eder. Başka bir bilgiye temas etmez, çünkü o bilgiyle çarpışacak bir içsel sistemleri yoktur. Düşünceyi işleyemezler, yalnızca emirlere tepki verirler. Bu yüzden çoğu, hakikatle karşılaştığında onu tehdit sayar. Ahmaklık, sadece cehalet değil; cehaletin üzerine bir gurur inşa etme hâlidir. Bildiği üç kelimeyle dünyayı çözmüş sanır, dördüncüsünü duymaya tahammül edemez. Çünkü dördüncü kelime, onun zekâsızca inşa ettiği küçük kuleyi yıkabilir. Ve o kule, onun bütün varoluşudur. Ahmağı değiştirmek, bir duvara nasihat etmeye benzer; o duvar seni yalnızca yorar. Çünkü ahmak, hakikati değil; rahatını arar. Onun için önemli olan doğru değil, konforudur. Zihinsel konforu bozulmasın diye her gerçeği inkâr edebilir, her yalanı iman gibi savunabilir. Ve en kötüsü...

Ruhun Enerji Olarak Tezahürü: Ontolojik ve Kozmik Bir Hipotez

Ruhun Enerji Olarak Tezahürü: Ontolojik ve Kozmik Bir Hipotez - önceki hâli Ruhu, evrensel bir dinamizm ve canlılığın kaynağı olan temel bir enerji olarak tanımlamak mümkündür. Bu enerji, maddeyi organize eden, zihni şekillendiren ve yaşamın sürekliliğini sağlayan bir töz (öz) olarak işlev görür. Enerjinin doğası gereği dönüşüm yeteneği, onun hem "oluş" hem de "birleşme" süreçlerindeki rolünü açıklar. Bu bağlamda, geist terimiyle ifade edilen evrensel bilinç/ruh, sadece bireysel varlıklarda değil, doğanın tüm düzeylerinde etkin olan yaratıcı bir ilkedir. Gezegenin Canlanması: Ruhun Kozmik Kökleri Gezegenimiz başlangıçta evrimleşerek, kütleçekimi, atmosfer ve katmanlarıyla birlikte bir bütünlük kazandı. Bu süreç, maddenin durağan değil, enerjiyle biçimlenip "canlandığı" bir oluşum sürecidir. Eğer gezegeni oluşturan bir enerji varsa — ki bu enerji ruh olarak tanımlanabilir — o halde doğada "cansız" olarak adlandırdığımız her şeyin bile bir geist...

Her Şeyin Tözü Tanrı mıdır? – Panteizm, Panenteizm

 "Her Şeyin Tözü Tanrı mıdır?" – Panteizm, Panenteizm ve İslamî Perspektif Üzerine Felsefi Bir Yaklaşım “Her şeyin tözü Tanrı’dır, ondan bir parça” ifadesi, varlığın kaynağını Tanrı’da gören bir anlayışa işaret eder. Bu düşünce, özellikle panteist ve panenteist görüşlerle temas halindedir. Panteizme göre Tanrı ile evren özdeştir; Tanrı, doğanın ta kendisidir. Panenteizm ise Tanrı’nın evrende içkin olduğunu kabul ederken, aynı zamanda evrenden aşkın olduğunu da savunur. Her iki görüş de, evrendeki varlıkların Tanrısal bir özü taşıdığını ileri sürer. Ancak bu tür yaklaşımlar, İslam’ın tevhid anlayışıyla tam bir örtüşme göstermez. Zira İslam’da Allah ne doğanın kendisidir ne de onunla sınırlıdır; Allah hem evrenden ayrı, hem de her şeyi kuşatandır. İslam, tenzih ve teşbih arasında hassas bir denge kurar. Tenzih; Allah’ın hiçbir şeye benzememesi, yaratılmış hiçbir varlıkla kıyaslanamaz olmasıdır. Teşbih ise Allah’ın kudretiyle her an ve her yerde hazır ve nazır oluşudur. Bu iki i...

Akıl Boş Bir Levhaysa, Kalemi Duyudur

 Akıl Boş Bir Levhaysa, Kalemi Duyudur İnsan, dünyaya gözleriyle açılır ama görmeyi sonradan öğrenir. Görmek sadece ışık almak değil, anlam katmaktır. Duyular, bu anlamın ilk harfleridir. Dokunmadan sıcaklığı, işitmeden rüzgârın sesini, tatmadan zehrin ne olduğunu anlayamazsın. Akıl, kendini var sanır ama o yalnızca kendini işleyen bir zanaatkârdır; malzeme olmadan ustalık da yoktur. Ampirik gerçeklik budur: Duyular olmadan akıl boş bir levhadır. Ama o levha, zamanla duyuların izleriyle çizilir, şekillenir, derinleşir. Deneyim, aklın haritasını çizer; yolculuk ise o harita üzerinden yapılır. Aklı yüceltenler çoğu zaman onun nasıl yürüdüğünü unutur: Akıl, zemini olmayan bir yürüyüşçü değildir. Toprağı, taşı, yokuşu tanıyan, ayağı nasır tutandır. Yani duyularla eğitilmiş bir akıl, yalnızca düşünmez, hissederek düşünür. Ampirisizm yalnızca bir bilgi kuramı değildir; aynı zamanda bir tevazu biçimidir. Bilmenin başlangıcını içeride değil, dışarıda aramaktır. Empirik dünya, sabahın ilk ı...

Din Üst Kimlik Olamaz

 Din Üst Kimlik Olamaz Din, bireyin inancı, vicdanı ve iç dünyasıyla ilgilidir. İdeolojik bir araç haline getirildiğinde özündeki saf ahlâkî çağrı bozulur, masumiyetini yitirir. İnanç, siyasallaştıkça bölücülüğe, toplumsal ayrışmaya ve dogmatik tahakküme dönüşür. Bu yüzden din, ne devletin temeli olabilir ne de bir toplumun üst kimliği. Üst kimlik, farklı inançları, mezhepleri ve düşünceleri barındıran ortak bir aidiyet duygusu olmalıdır. Bu topraklarda bizi birleştiren, tarihsel derinliği ve kültürel gerçekliğiyle Türk kimliğidir. Türk olmak; sadece etnik değil, kültürel, siyasal ve tarihsel bir birliktir. Akla, adalete ve ortak hafızaya dayanır. Bu yüzden üst kimlik, din değil; aklın rehberliğinde şekillenen Türk kimliği olmalıdır.

Böyle gelmiş böyle gider safsatası üzerine.

 "Böyle gelmiş böyle gider" diyorlar. "Gelen gideni aratır" diye yakınmaya devam ediyorlar. Peki bu sözlerin arkasına sığınıp ne yaptılar? Hiçbir şey! Sıfır çaba, sıfır cesaret, sıfır sorumluluk... Değişim için kıpırdamayan bu kitle, şikâyet etmeye gelince mangalda kül bırakmıyor. Oysa hakikati görelim: Bu insanlar aslında değişim istemiyor. Çünkü bu çarpık düzenin suskun ama sadık ortakları onlar. Konforlu edilgenliklerine sıkı sıkıya sarılmış, alışkanlıklarını 'kader' diye yutturan bu kitle, sefaletin gölgesinde yaşarken bile düzeni kutsamaya devam ediyor. Neden mi? Çünkü düşünmekten aciz bırakılmışlar; çünkü bilinçsizlikleri onlara zincir değil, yastık olmuş. "Böyle gelmiş böyle gider" sözü, sadece tembellerin, boyun eğenlerin ve teslim olanların sığınacağı bir bahanedir. Bu zihinsel esaret zinciri kırılmadıkça, bu içi boş kabulleniş sorgulanmadıkça hiçbir şey değişmez. Değişim önce düşüncede başlar; ama düşünceyi kaybetmiş, aklını başkasına kir...

Gerçek ne?

Gerçekten ben mi düşünüyorum, yoksa bana düşündürülenleri mi tekrar ediyorum?

Şiirler vs.

Onlar, onlar ki gök kubbenin altında gezenler, Amaçsızca sağa sola savrulanlar, Öyle ki akıldan yoksun budalalar, Düşünmekten korkan zavallılar... Onlar diyorum onlar... Aklım yetmez deyip kıtlığını haykıranlar, Yüce Allah'a iftira atanlar onlar... Onlar, onlar ki her şeyin en doğrusunu bildiğini sananlar, Okumadan konuşan, anlamadan yargılayanlar, Sözüm ona inançlı, ama vicdansızca yaşayanlar, Adalet yerine adam kayıranlar, Hakkı değil, çıkarı savunanlar onlar… Onlar ki kalabalığın içinde kaybolmuş gölgeler, Her yeni yalana alışmış yürekler, Susuşu erdem sayan korkaklar, Zulmü sineye çekip “imtihan bu” diyen suskunlar… Evet, onlar… Cenneti vaat edip dünyayı haram edenler, Kendine gelince mubah, başkasına haram edenler, Dinle aldatan, Allah’ı pazarlayan, Kitabın adını anıp, ruhunu çiğneyenler… Onlar… Hakkı haykırana deli diyenler, Kendini kurtaranı veli, herkesi uyaranı asi görenler, Sistemin uşağı olmuş kölelerdir onlar, Ve o köleliklerine “kader” diyenler... ---------------------...

Ey Gaflet Uykusunda Debelenenler!

Uyanın! Ey gaflet uykusunda debelenenler! Gözlerinizi açın ve etrafınıza bakın! Vicdanlarınız kararmış, ruhlarınız körelmiş mi ki bu kadar kayıtsızsınız? Alçaklık kol geziyor, erdemsizlik bir veba gibi yayılıyor ve siz hala sessizce kendi küçük dünyalarınızda mı yaşamaya devam ediyorsunuz? Nerede o cesur yürekler, o adalet timsali insanlar? Nerede haksızlığa karşı dimdik duran, doğruyu haykırmaktan çekinmeyen yiğitler? Erdem ayaklar altında çiğnenirken, dürüstlük bir zayıflık emaresi gibi görülürken, siz ne yapıyorsunuz? Başınızı kuma mı gömdünüz yoksa vicdanınızın sesini mi susturdunuz? Erdemli olun! Dürüst olun! Cesur olun! Alçaklığa, yalanlara, riyakarlığa karşı bir kale gibi durun! Kendi menfaatleriniz uğruna susmayın, başkalarının hakkını yemeyin, adaletsizliğe göz yummayın. Unutmayın, bu dünya sadece sizin değil, hepimizin! Ve eğer bizler erdemli olmazsak, bu dünya karanlığa gömülecektir. Kaldırın başlarınızı! Sıkın yumruklarınızı! Erdemin bayrağını yeniden dalgalandırın! Kötülüğ...

İktidarların Kibri Üzerine

  Tahtın Kibri ve Aynadaki Yalnızlık İktidar, çoğu zaman aynada kendini seyreden bir hayaldir. Gücün etrafında örülen alkış çemberi içinde, gerçek çürümeye başlar. İktidarda olan kişi, her sabah aynaya baktığında bir halk görmesi gerekirken yalnızca kendini görür; çünkü iktidarın aynası, gerçeği değil, narsizmi yansıtır. “Ben yaptım, ben ettim” sözleri de işte bu çarpık aynanın dilidir. Bu cümle, halkı silen, emeği unutan, tarihle alay eden bir cehaletin ilanıdır. Ne zaman ki bir lider "ben" demeye başlar, orada "biz" ölmüştür. O andan itibaren halk, sadece bir alkış makinesidir; kurumlar birer kukladır, yasalar bir dekor; liyakat ise hatırlanmayan bir efsanedir. Oysa nehirler tek damlayla akmaz. Bir şehrin ışıkları bir parmakla yanmaz. Ülke, bir kişinin kafasındaki hayalle değil, milyonların alın teriyle yürür. Ama iktidar, aynasını her gün cilaladığında bu gerçekleri unutur. Çünkü güç, unutuşun en zehirli biçimidir. Bir liderin "ben" demesiyle başlar çür...

Özgürlük Hakkında Kısaca

Çok az insan gerçekten özgürlükten söz eder. Özgür düşünebilmenin, özgürce hareket edebilmenin ne anlama geldiğini kavramak zordur; çünkü pek çok kişi, özgürce hareket etmeyi toplumsal duyarlılıkları hiçe saymakla karıştırır. Oysa özgürlük, bireyin hem kendi içinde hem toplum içinde sorumlulukla var olabilmesidir. Ne var ki, daha da az insan bu özgürlüğü gerçekten ister. Korkmadan yürüyebilmek, özgürce gezmek, konuşmak, üretmek… Özgürlük düşüncesi, bireye sorumluluk yükler. Ve pek çok insan, özgürlük karşısında içgüdüsel bir korkuya sahiptir. Düşünmeyi terk etmiş insanlar, özgürlüğü istemediklerini doğrudan dile getirmezler; onun yerine bazı sözde değerlere sığınarak kendilerini meşrulaştırmaya çalışırlar. Tartışmalardan kaçar, yerine yüksek sesle bağırarak karşı koyarlar. Bu tür insanlar tehlikelidir; çünkü güç ellerine geçtiğinde ne yapacaklarının sınırı belirsizdir. Ancak bir yönüyle de kırılgandırlar: Onlar da özgürlük düşüncesinden korkarlar, çünkü bu düşünce onları kendi sorumlul...

Dünün Mağduriyeti Bugünün Tiranlığı

Bu ülkede tarih boyunca baskıya uğrayan, hor görülen, ötekileştirilen kesimler, mağduriyetin derin acısını içlerinde taşıyarak zamanla güç ve söz hakkı talep etti. Haklıydılar. Seslerini duyurmak, kimliklerini görünür kılmak, ezilmekten kurtulmak istiyorlardı. Fakat ne yazık ki çoğu zaman bu talepler, tarihin kanlı ironisine yenik düştü: Mağduriyet bir haklılık zemini olmaktan çıkıp, yeni bir tahakküm biçiminin gerekçesine dönüştü. Baskılanan birey ya da topluluk, güce ulaştığında kendisini ezen sistemi taklit etmeye başladı. Bu, sadece bu ülkeye özgü değil, insanlığın ortak zaafıdır: Güç el değiştirir, ama onunla birlikte çoğu zaman vicdan yer değiştir(e)mez. Dünün susturulanı bugünün susturanı olur. Dünün görünmezi bugünün her şeyi olmak ister. Ve böylece mağduriyetin ahlaki üstünlüğü, zamanla rövanş hissine, rövanş ise aşırılığa dönüşür. Buradaki temel kırılma, hak arayışının hakikat arayışına dönüşememesidir. Çünkü hakikat, sadece kendi acını değil, başkasının da acısını görebilme ...

Sınıflandırma Üzerine

İnsanları sınıflandırıyoruz. Kötücül zevklerimiz dahi sınıfsal kodlarla şekilleniyor. Peki, insanları kim sınıflandırıyor? Buna kim karar veriyor? Üst tabaka mı? Alt tabaka mı? Belki de ikisi birden. Neticede "insan, basit bir varlıktır" deyip geçmek kolay; lakin bu basitlik perdesinin ardında sonsuz bir karmaşa, çözülmesi güç bir gizem saklı. Ve en çelişkili tarafı şu: İnsanı insandan ayıran yine insanın kendisi. Sınıflara ayıran biziz. Bu ayrım bazen üst sınıfın alt sınıfa tepeden bakmasıyla, onları hor görmesiyle gerçekleşiyor. Ama asıl kırılma, alt sınıfın kendini küçük görmesinden doğuyor. Alt sınıf, kendini değersizleştirdiğinde, kendi ruhuna bir etiket yapıştırdığında, üst sınıfa atfettiği değer tanrısal bir nitelik kazanıyor. Birilerini yüceltip oraya çıkarmak, yani gözünde büyütmek kolaydır; insan çabucak kanar, kolayca inanır. Onları indirmek de teoride kolay görünür ama asıl mesele en başında oraya çıkarmamaktır. Çünkü bir kez çıkarıldığında, özellikle güçle bütünl...

Erdem ve Erdemsizlik (Korku)

 İnsanın temel kötülükleri, erdemsizlik Şehvet, tembellik, öfke, açgözlülük, gurur, faydacılık, hırs ve kıskançlık Temel erdemler, iyiler İffet, cömertlik, nezaket, alçakgönüllülük, bilgelik, adalet, empati ve çalışkanlık. Bu temel unsurlara sahip olmayanlar olanlar tarafından yönetilmeli ve yönetenler bu erdemliliğe yönlendirmelidir. Tabii ancak bu erdemliliğe sahip toplumlar erdemli kişileri seçerler. Bu erdemliliğe sahip insanlar cesur insanlardır, çünkü çoğu unsur her ne kadar yaşanmışlıktan gelsede seçimlerimizle ben, ben olurum, biz, biz oluruz. Cesur insanlar kahramanlara dönüşebilir. Biz çoğu zaman ne olduğumuzu seçeriz, bu aynı zaman farkındalıktan doğan bir bilinçtir. Bilincin uyanışı. O yüzden insan ve insanımsılar vardır, ya da ben öyle betimliyorum. Bu arada ben korkuyu bir erdemlilik olarak nitelendirebilirim, korku asil insanlarda bulunan erdemli bir duygudur, korku bize çoğu zaman doğruyu gösterebilir, doğruya yönlendirebilir ki bu esnada doğru ve yanlışın ne olduğu...

Sürünün Bağıranı Değil, Düşüneni Lazım

 Sürünün Bağıranı Değil, Düşüneni Lazım Bu ülkede artık eğitilemeyen, düşünemeyen, susması gereken yerde bağıran, konuşması gereken yerde sadece taklit eden bir güruh var. Kendini ifade sanan, aslında sadece gürültü çıkaran, insanların huzurunu kaçırmayı marifet sayan, saygısızlığı "doğallık" zanneden bir kitleyle karşı karşıyayız. En basit kuralı öğrenmemiş, temel bir görgü anlayışına dahi sahip olmayan bu güruh, artık toplumsal düzenin kamburudur. Bunlar ne öğrenmeye açıktır, ne de değişime. Ne kitap okurlar, ne düşünürler, ne de okuyanı, düşüneni dinlerler. Bilgiyi küçümser, cehaleti yüceltirler. Nezaketi zayıflık sayar, arsızlığı özgürlük sanırlar. Eğitilmeye çalışıldıkça tepki verir, disipline edilince "baskı" çığlığı atarlar. Çünkü onlara göre her türlü sınır, onların “özgürlüklerine” tehdittir. Oysa bu, özgürlük değil; ölçüsüzlük, ilkesizlik, başıboşluktur. Bu zihniyetin arkasında sistemli bir çürüme var. Aileden başlayarak eğitim kurumlarına, medya aracılığı...